5 Şubat 2013 Salı

“YAĞMUR YAĞMIYOR, KOKUYORDU…”


Şair yazar Akif Kurtuluş’un son kitabı Mihman’ı elime alıp okumaya başladığımda ilk olarak kapak fotoğrafı sardı beni, içine aldı bıraktı. “Burası neresi?” diyecekken arka kapakta buldum olduğum yeri. Tam da o... noktayı anlatıyordu yazar okuduğum satırlarda. Sonra arka kapaktaki yazıların altında duran kitaba ve yazara övgülü sözlere kaydı gözüm. Ah dedim niye böyle yazarlar kitapların üstüne. Bırakın ona ben karar vereyim polisiye mi değil mi, aşk mı lirik mi… Belki hiç ummadığım şekilde yolumu kesen bu gelgitli mesafeden kaynaklandı içimde bilmiyorum ama bir süre kitaba adapte olamadım, aniden karşıma çıkan çok sayıdaki kahramanlarını ayırt etmekte güçlük çekiyordu algım. Belki yollarda okuma alışkanlığı edinmiş birisi olduğum için tek defada değil de ara vererek okumam bunu sağlıyordu. Ancak şunu fark ettim ki gittikçe kitaba bağlanıyordum. İlk elli sayfayı geçtiğimde artık gideceğim yerin önemi kalmamıştı, kendime uzun süre konaklayabilecek bir köşe bulup oturdum ve bitirmeden kalkmadım kitabın başından. Mihman okurunu gittikçe artan bir ivmeyle yakalayacak ve bırakmayacak şekilde kurgulanmıştı. Okurken kafamı kaldırıp sorduğum soruların cevabı ilerleyen sayfalarda karşıma çıktıkça yazarın dokuyu nasıl ince ince ördüğüne tanık oluyordum. Bir yandan merakla okurken bir yandan da kitabın kurgusuyla ilgilenmek bana iyi geliyordu. Yoksa ağlamaya başlayacaktım oğlunu bu bitimsiz savaşta kaybeden annenin o esnada ölen iki gerillanın acısıyla birleştirdiği göğsündeki yırtığı göğsümde bulunca. Bize dayatılmış söylemle söylersem bir şehit annesi olarak “vatan sağolsun” diyeceği yerde tam da acısı sayesinde ülkedeki acının kaynağını fark eden annenin yüreğine teslim olacaktım sulu sepken.

SORULMASI GÜÇ SORULARI SESLENDİRİYOR

Bilirsiniz derin acılar yeniden yeniden canımızı yakar. Her ölümde yeniden yoğrulur içimizde büyüyen isyan. Yeniden kabarır hamuru. Göz göz olup patlar omurgamızda. Karnımızda kramp olur, çözümsüz bir yumak. Aslında bambaşka bir yerden bakabilsek konuya… Hani Einstein’in ünlü bir sözü vardır:“Problemleri, onları oluşturan düşünme şekliyle çözemezsiniz” der. Hepimizi yıldıran savaştan değil, dingin bir barıştan yana olacak bakışlara ihtiyaç olunan bu dönemde Mihman bizi annelerin göğsüne davet ediyordu. Oradaki ortak acıyı tanımaya... Ve bunu yaparken, işte buyurun buradan girin diye işaret etmeden konunun bütünselliği içinde ülkenin yaşanmışlıklarını birbirine kararak veriyordu. Evet, okumaya devam ettikçe görüyordum neden bazı kahramanların ismi var bazılarının yoktu başta. Görüyordum neden başlarda aklımda bazı sorular oluşmalıydı ki ilerdeki açılmayı tek tek çözebilsin zihnim. Kitap birbiri içinde ayrışıp karışan örgülerle sürdükçe, farklı özleri nasıl tek tek işlediğini görüyordum. Öyle ince nüanslarla örülmüştü ki okurun da düşünmesini gerekli kılıyordu. O yüzden siz de okurken romanın bir parçası oluyor, sadece okuyan olmaktan çıkıp olayın içinde bazı parçaları bizzat çözen kişi oluyordunuz. Nasıl bu ülkenin gündeminde kendinizi sadece seyreden olarak tanımlayamazsanız roman da size minyatürize edilmiş bir şekilde bunu hissettiriyordu. Okuduğunuz gazetelerin, dinlediğiniz haberlerin satır aralarında başka bir gerçeğin saklı olduğunu ve onu sizin bulup çıkarmanız gerektiğinin ipuçlarını sunuyor ve eğer o ipuçlarını görebiliyorsanız yaşamdaki karşılıklarını da çözmeniz için imkân sağlıyordu bir anlamda. Sorulması güç soruları seslendiriyor, yanıtlarıyla yüzleştiriyordu okuru. Geçmişle bugünü ayırırken, bugünde yeniden geçmişi kurup sözcüklerin doğusuyla batısını birleştiriyordu. Kitaptaki her kimliğin yaşamda karşılığı vardı. Bu nedenle bütün karakterler iyisiyle kötüsüyle okurun yakınlık kuracağı mesafedeydi. Ve yazar her karakteri kendi ağzından konuşturduğu için hepsine eşit mesafede duruyorduk. Hepsinin korkularını, kederlerini, aşklarını, tutkularını görüyorduk ayrı ayrı. Böylece okudukça her karakterle ayrı özdeşleşip içimizde büyüttüğümüz dikenlerle birlikte birbirimize ve kendimize koyduğumuz engellerin de farkına varıyorduk.

MARCOS GİBİ DOLANDIM PENCERELERDE

Romandaki avukat kendinden kaçarken aslında belki de en çok kendine kaçıyordu. Dinlediği şarkı “Aşksız kalma umutsuz kalma, umut hayattır ey yar, aşk hayattır” diyordu ama bunca kuşatılmışlık içinde ne kendini yaşamak mümkündü ne de aşkını. Mihman’ı okurken yer yer güldüm hiç ummadığım anda karşıma çıkan ince mizahla, yer yer buruldu içim, yer yer köpürdü. Yolculuğa katıldım, bitimsiz kan izlerini dokusunda taşıyan tişörtün üstündeki Marcos gibi dolandım tek tek pencerelerde. Mihman oldu yüreğim katlandı acıları, dağların mihmanı gibi “teşekkür” etti ince bir çizginin ötesine. Bir çanağa doldurdu algım tüm biriktirdiklerini. Mihman’da bütün içinde parçayı, parça içinde bütünü görmekten hoşnut oldu gözlerim. Ve sustum bihakkın duymak için. Çünkü romanın yazarı Akif Kurtuluş kitabın son yaprağında söylemişti söyleyeceğini: “Yazdıklarımın hepsi gerçektir. Kişiler kurumlar olaylar… Hepsini ben yarattım.”

Aynur Uluç
Evrensel Gazetesi
30 -09 2012

Mihman
Akif Kurtuluş
İletişim Yayınları 2012
271 sayfa

Yazarın önceki kitapları:
-Yalan Şiirler
-Tören Provası
-Kırgınlıklar Galası
-Herkes Gitmiş
-Romantik Korno
-Harita Metot Defteri
Devamını Gör

Hiç yorum yok: