bazı günler özeldir. öyle doğum gününüz olduğu için özel olmasından söz etmiyorum. özel olduğunu hissedersiniz başından sonuna, ve belki de siz öyle hissettiğiniz için özel olmanın imkânlarına kavuşurlar o günler; ancak bu hissediş tek başına olmaz. küçük küçük gibi görünen sözler, iletiler, anlamlandırışlar kurar bu hissinizi. Sizi o özel güne getiren zemin, birikmişlikleriniz ve farkındalıklarınızdır belki de. Belki de doğum günü insana tam da böyle bir imkân sunar şımarabilmenin “sözde” imkânıyla yola çıkar ve gerçekten açarsınız kapılarınızı. artık her şey birbirine karışır… açtığınız için mi girmişsinizdir o kapıdan, kapı hep açıktır da zaten, şimdi açık olduğunu gördüğünüz için mi bilemezsiniz. ama şunu bilirsiniz; sizinle birlikte oradan geçen insanlar vardır. kimini o an bilirsiniz, kimisini sonradan… kimi uzaktan akıtır içini, kimi yakından… kimisi bir cümle der geçer, kimisi yağmur yağmur. ama hepsi.. hepsi… hepsi kıymetlidir ve birlikte oluştururlar o bütünü, azı çoğu kalmaz artık o yıkanma halinde.
o gün de yolculuk boyunca şiirler okuyarak gelmiştim işe ve o yolun sonunda şiir içinde kalmıştım zaten. kendime bir doğum günü hediyesi vereceksem eğer, kendime bir hediye vermek isteyecek ve bunun için doğum günümü mahsuscuktan vesile yapacaksam; bu hediye şiir olsun, diyerek şiirin bahçesine girmiştim zaten. başlamıştım bile yıllar önce yazılan bir şiiri satır satır sökmeye. üstüne üstlük içimde dönenlerin altını çizer gibi bir mesaj almıştım bir arkadaşımdan o sabah.
çok da fazla paylaşmışlıklar yaşayamadığımız öyle ki, doğru söylemek gerekirse kendisinden mesaj alacağımı dahi ummadığım bu arkadaşım Turgut Uyar’ın "ne o beni kandırmıştı / ne ben onu baştan çıkarmıştım./ ikimiz de bildiklerimizin ötesine / bulduklarımızın üstüne çıkmak istemiştik." dizelerinden el alarak bana dedi ki; "ikiniz yani aynur… sen ve hayatın; “bildiklerinizin ötesine bulduklarınızın üstüne çıkın”, hoş yaşayın, mutlu yaşayın, coşkulu yaşayın, aşkla yaşayın…"
ve sanki kapının açık olduğunu gösterdi ya da açılabilir olduğunu diyeyim gönderdiği dizelerle. kilidi açtım ve girdim... ya da adımımı attım eşikten ve öyle girdim; ne fark eder…girdim…
girdim ve o andan itibaren çok “acaip” bir gün yaşadım. görünüşte diğerlerinden belki çok da farklı olmayan ama belki de çok da farklı bir gün… her cümle başka değdi ben farklı bir hissedişde olunca, her cümle farklı çıktı içimden…. artık diğer günleri benim için, o günden sonra diyerek tanımlayacağım duygular yaşadım içimde. inanması zordu ama sanki her şey benim istediğim şekilde oluyordu, ben istemeyince de olmuyordu sanki.
tüm günü anlatmayacağım ama şunu paylaşmak isterim: günümün sonunda saat gece 12 ye varırken; bir başka şiire değdi gözüm. öyle ki benim için oturmuş günümü bana anlatıyordu sanki yeniden Neruda. belki de anlatmıyordu da, bana öyle gelmişti. Şiir karşıma tesadüfen çıkmamıştı elbette ama belki de tesadüftü… bir başka arkadaşımın benim için seçtiği bir kitapta onu bulmam için sayfaların arasında beni bekliyordu. direk o sayfayı açtım çünkü; bilir gibi desem olmayacak, aslında nasıl'ını anlatabilmek zor ama “bilerek” diyeceğim yine...
ve başladım Neruda’nın ağzından girip gözünden okumaya:
Neler olmuyor ki bir günde
Rastlarız birbirimize gün boyu
Üzüm satarlar sokakta
Deri değiştirir domatesler
İstediğin genç kız
Artık dönmez büroya
Habersiz değiştirdiler postacıyı
Aynı mektuplar değil şimdi
mektuplar
Birkaç altın dal ve her şey
bambaşka
Şimdi zengin bu ağaç
Kim söyleyebilirdi yaşlı derisiyle
Bu kadar değişeceğini yeryüzünün
Eskisinden daha çok yanardağ var
şimdi
Yepyeni bulutlar var gökyüzünde
Başka türlü akıyor ırmaklar
Üstelik neler yapıldı!
Yüzlerce otoyol açtım
Yüzlerce yapı,
İncecik temiz köprüler,
Gemiler, kemanlar gibi.
Ne zaman selâmlasam seni
Öpsem çiçeklenen ağzını
Öpüşlerimiz başka öpüşler
Ağızlarımız başka ağızlar.
Kâm al sevdiğim, kâm al her şeyden
Düşen ve çiçek açan her şeyden
Kâm al bugünden, dünden
Önceki günden, yarından.
Kâm al taştan, ekmekten,
Ateşten, yağmurdan.
Değişenden, doğup büyüyenden
Kendini tüketip yeniden öpüş
olandan.
Kâm al, neyimiz varsa,
Havadan, topraktan.
Kuruyup gittiğinde hayatlarımız
Yalnız kökler kalır bize
Soğuktur rüzgâr nefret gibi.
Değiştirelim, öyleyse derimizi
Çivilerimizi, kanımızı, bakışımızı;
Öpsen beni çıkarım dışarı
Işık satmak için yollarda
Kâm al geceden, gündüzden
Dört mevsiminden ruhun
Pablo Neruda
(Çeviri: Alova)
aynur uluç
10 mayıs 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder