Aynur
Uluç: Öncelikle merhaba. bu soru aslında insan neden yazar sorusunu da kapsıyor,
ancak bu çok boyutlu ve uzun bir konu. Ben iyisi mi gittiğim yerleri yazış
serüvenim nasıl oluştu ve gelişti onu açayım.. İlk başlarda gittiğimiz yerin
bize anısı kalsın istemiştim, kameramız yok, bari yazayım da okudukça
unutmayalım gibi bir kişisel yaklaşımdı. Ancak ne sebeple olursa olsun akla bir
kez yazmak düştü ya, gittiğim yerlerde gezi esnasında da notlar tutmaya
başladım zamanla. Bu durum farkındalık algımı geliştirdi. Orada yaşayan
insanların, mekânların, eşyaların, gittiğimiz yerdeki yaşanmışlıkların izleri
daha çok dokunur oldu hepimize. Evet, bana olduğu kadar yol arkadaşlarıma da. Yazılacağını
biliyor olmak önemliydi çünkü... Dikkati değiştiriyordu. Amacı yazılmak olmayan
yolculuklarda "kalem"i de yol arkadaşı kılıyordu kendine...
Yazdıkça işin içine daha çok yazma sorumluluğu girmeye başladı. Süreç ilerledikçe yola çıkmadan önce bilgilenmeye
başladım doğal olarak. Böylece gözüm daha önce muhtemeldir ki kaçıracağı ayrıntıları
da görür oldu gittiğimde. Bu anlamda anlama, fark etme niyetinin ne kadar
önemli olduğunu fark ettim öncelikle. "Farkındalık
niyeti" diye tanımlayabileceğim bir kavram bu. Yolculuğun her safhasında
yeniden anlamlanacak bir uyanış.... Ve nihayet tüm yazılanların bir kitapta toplanması
sürecinde gezi yollarında bana eşlik etmiş olsa da olmasa da, yazılanların kitap olma yolculuğunda derdimi
dert edinen yol arkadaşlarım oldu. Yol kitabında bana yol gösteren, yolumu
kaybettiğimde yeniden bulduran, bana itiraz eden, işaret eden, her kıymetli
keşifte önce onlara müjdeleme gereksinimi duyduran arkadaşlarım. Onlarla
birlikte her yazılanın üzerinden bir kez daha az gidip çok döndük.
Önder Elaldı: Değişim vurgusu çok güçlü... Yolculuk devam
ederken değişen mekânlar, insanlar.... Bu süreçle birlikte yazma sizde nasıl
bir değişim yarattı?
Aynur
Uluç: O yerler nasıl tanıştıkça bende iz bırakıyorsa yazarak benim de onlarda iz bırakabilme imkânımın var olduğunu
düşündüm. Bir güzelliğin ya da dipte kalmış bir acının benim gözümle de
çoğalabileceğini... Başkalarının anılarından da şekillenir ya yer ve mekân bilgilerimiz.
Yaşamlarımızın bir büyüteç gibi gittiğimiz
yere tutulması hâliydi bir anlamda da yazmam. Ancak önemli bir çizgi var bu
noktada. Büyüteç olduğunu bilen elimin sorumlu davranması gerekir. Kendine
karşı da, okura karşı da, o şehir ve mekanlara karşı da.. Yalnızca bir yaşam ya
da mekân bilgisi nakletme sorumluluğu değil sözünü ettiğim... Varoluşu anlamaya
giden yol olarak dünyayı daha derinden anlama çabası... Zamanla bellek yitimine
uğramış yaşanmışlıklar vardır şehirlerde, belki dünyanın bir başka ucunda değiştirip
dönüştürdüğü başka şehirler vardır, başka insanlar... ama unutmuştur işte.. Bu
noktada yazmak o şehirlere kendi belleklerini de anımsatmaktır bir anlamda,
sadece orasını başkalarına tanıştırmak değil...
İllâ geçmişten olmak zorunda da değildir aktarılan, gözlerden ırak kalmış bir noktacık olsun
bugünden. Kimseler görmüyorsa ağacın devrilmesinin önemi yok mudur mesela, bunu
sorgulamaktır belki de varoluşa kafa yormak. Yazmanın işlevi görünmez olanı
görünür kılmaktır biraz da. Ama ortada olduğu için bildiğimizi zannettiğimiz şeylerin
farklı taraflarının olduğuna da uyanmak ve uyandırmaktır. Yelpazesi çok geniş sorumluluğun... Kitabın
dilini kurarken okurun kendisiyle muhabbet edildiğini hissetmesi de bu alana girer diye
düşündüm....Okurda kendisine yazılmış olduğu duygusu yaratacak bir içtenlikle
anlattım bu yüzden...
Önder Elaldı: Az gidip çok dönmek neyi ifade ediyor?
Aynur
Uluç: Bunun için az olmak ve çok olmak hâllerine hem birbiri içinde hem de
birbiri peşinde bakmak gerekir. Hem tekil hem çoğul anlamlarıyla bakmak gerekir
az ve çok olmaya... Hayatta bildiklerimizin üstüne yenisini koyarken bildiklerimizin
kıymetinin farkına varıp, bilemediğimiz bölümüne de merakımızı ve hevesimizi
diri tutma hâli. "Az gittim çok
döndüm" cümlesi dönüldüğünde biten bir yolculuğu anlatmaz aslında... Yeniden
çok'unuzu az bilip çok etmek için yola çıkma müjdesini de verir alt anlam
olarak.. Cümleyi birbiri peşinde yineleyerek
anlıyorum ben. Hayatın sürekli değişen ve gelişen bir yol olduğunu da içinde
barındıran bir bakış açısı çünkü. Çoğalmalarımızın bilgilenmeyle de olacağının
altını çizen öte yandan başkalarının acılarını yada sevinçlerini hissetmenin
bizi nasıl besleyeceğini de anlatan bir bakış açısı. Şehirler, mekânlar, eşyalar ve yollarla ilintilenmemizi
de odağına almış, ancak bu esnada kişinin kendisini de es geçmeyen bir
bilinçle, içinden geçtiği şehirlerin, insanların onun içinde çoğalmasına açık olma
hali... Çoğalmanın ancak bu şekilde mümkün olabileceğini de anlatan bir başlık
bu. Artan farkındalıklarımızla birlikte
ama öteleyerek değil kucak açarak baktığımızda içine karışacağımız yaşamın ne çok
sesli ve ne çok renkli olduğunu ve olacağını anlatan..
Önder Elaldı: Kitap yolda olmanın hikâyesi. Yolda olmak
nasıl bir düşünüşü ortaya çıkarıp yazdırıyor?
Aynur
Uluç: En çok ayrıntılara dikkat etme algısını besliyor sanırım. "Ah
kimselerin vakti yok, ince şeyleri anlamaya" diyor ya Gülten Akın. Hayatın
bize dayattığı hız çağında o hıza rağmen yolda olma bilgisi insanın içinde
zamanı sündürme istekliğini artırıyor. Keşfettikçe yenilerini keşfetme arzunuzu
harekete geçiriyor. Bildiklerinizden şüphelenmenizi sağlıyor yolda olmak. Tek
doğrunun sizin düşünme şekliniz olmadığını öğretiyor insana. Seçeneklerin
sonsuz olduğunu... Hayatınızın içine başka hayatlar sığdırabileceğinizi
öğreniyorsunuz ve bunun ne coşku verici olduğunu. Başkalarının acılarını da
sevinçlerini de hissedebildikçe göğsünüzün genişlediğini... Dünyanın merkezinde
insanın olmasından rahatsız olmayı öğreniyorsunuz. Yorulmayı öğreniyorsunuz yolda, hiç bir şey kaçırmamak için bu kadar dikkatli
bakarken hakkıyla yorulmayı... Ama mola yerlerinin kıymetini de...
Önder Elaldı: Hikâyeler nasıl ortaya çıktı?... Dikkat çeken
bir kaç hikâyeyi çok kısa özetler misiniz?
Aynur
Uluç: Yaşadıklarımı aynen anlatınca hikâye oldu. Yaşamın kendisini dolu dolu
yaşıyorsanız, her gününüz bir hikâye olabilir. Elinizi serbest bırakınca eliniz
yeni çizimler çiziyor, diliniz yeni sözcükler buluyor. Eski sözcüklerdeki yeni
sesleri duyuyor kulağınız. O zaman işte, bir gün macera olsun diye değil depreme
hazırlıkta gerekli olduğu için madene iniyorsunuz tek bir kadın olarak. Hayat
yolunuzu o madene düşürüyor. Erkeklerin içinde, erkeklerin mekânlarında kadın
olma hâllerinizi de yaşayacağınızı göz alarak hem de. İnsan olma hâllerinizi
demeli aslında en çok. Korkularınızı ve onlarla baş edebilme becerilerinizi
alıyorsunuz yanınıza Zonguldak'ta madene inerken ya da tam tersi yağmurlu bir
havada paraşütle atlamaya kalkarken Baba Dağları'nda. Bize sunulan hazır algıda
Bodrumluların aktığı balık lokantaları olarak kodlanan Gümüşlük'te sizin gözünüz
aşkı görüyor hâl böyle olunca. Hikâye gelip sizi buluyor.. Yeri geliyor, siz hikâye oluyorsunuz... Eskişehir'de
bir kapalı cezaevindeki yıllar önce kazılan tüneli fark edip, Diyarbakır'daki
açık çığlığı duyuyorsunuz kulaklarınızı açınca. Hikâyeler her yerde, siz sadece
duyuyor ve aktarıyorsunuz bihakkın; "farkındalık niyeti"yle bakıldığında...
Fotoğraf: Ali Tanrısever
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder